top of page

Salgın (Pandemi) [Wiki Bilgilendirme]


Pandemi: Dünyada eşzamanlı olarak çok yaygın bir şekilde çok fazla sayıda insanı tehdit eden bulaşıcı hastalıklardır.

Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ - WHO), Çin'de ortaya çıkan ve hızla dünyaya yayılan yeni tip koronavirüsün (Covid-19) "pandemi" olarak nitelendirilebileceğini duyurdu. Bir hastalığın pandemi olabilmesi için istikrarlı bir şekilde, dünyanın farklı noktalarında, kitleler üzerinde görülmeye başlaması gerekiyor.

Bir hastalık veya tıbbi durum sadece yaygın olması ve çok sayıda insanın ölümüne yol açması nedeniyle pandemi olarak nitelendirilemez, aynı zamanda bulaşıcı olması gereklidir. Örneğin, kanser, insanlarda çok sayıda ölüme sebep olan bir hastalık olmasına rağmen bulaşıcı olmadığı için pandemi olarak adlandırılmamaktadır. (Bazı kanser türlerinin bulaşıcı etmenler tarafından ortaya çıkabildiği unutulmamalıdır).

Epidemi: Kontrolden çıkan herhangi bir meseleyi tarif etmek için kullanılan oldukça genel bir kavram. Medikal alanda ise bir bölgede, bir toplumda veya bir grup insanda bir hastalığın yaygınlaştığı görülünce bunun 'epidemi' bir salgın olduğu kabul ediliyor. Pandemi ise bölgeler ve gruplar üstü coğrafi bir salgın anlamına geliyor. Bir ülkenin tamamını veya dünyanın tamamını etkisi altına alan hastalıklar için kullanılıyor.

1918 - 1919 yıllarında meydana gelen "İspanyol gribi" salgını dünya çapında dramatik ölümle sonuçlandı.

Salgınlar veya salgın hastalıklar, bir kıta, hatta tüm dünya yüzeyi gibi çok geniş bir alanda yayılan ve etkisini gösteren salgın hastalıklara (epidemilere) verilen genel addır.

Salgın, Eski Yunanca'da tüm anlamına gelen παν (pan) ile insanlar anlamına gelen δῆμος (demos) kelimelerinden türetilmiştir.

DSÖ tanımlamasına göre bir salgın ancak aşağıdaki 3 koşulu sağladığında başlamış sayılır:

Ø Nüfusun daha önce maruz kalmadığı bir hastalığın ortaya çıkışı

Ø Hastalığa sebep olan etmenin insanlara bulaşması ve tehlikeli bir hastalığa yol açması

Ø Hastalık etmeninin insanlar arasında kolayca ve devamlı olarak yayılması

Bir hastalık veya tıbbi durum sadece yaygın olması ve çok sayıda insanın ölümüne yol açması nedeniyle salgın olarak nitelendirilemez, aynı zamanda bulaşıcı olması gereklidir. Örneğin, kanser, insanlarda çok sayıda ölüme sebep olan bir hastalık olmasına rağmen bulaşıcı olmadığı için salgın olarak adlandırılmamaktadır (Bazı kanser türlerinin bulaşıcı etmenler tarafından ortaya çıkabildiği unutulmamalıdır).

Tarihi Salgın ve Epidemiler

Ø Kara veba

Ø Kolera

Ø Grip (Influenza)

Ø İspanyol gribi

Ø Hong Kong gribi

Ø Domuz gribi

Ø Tifo

Devam Eden Salgınlar

Ø HIV/AIDS

Ø Koronavirüs


Kara Ölüm/Kara Veba

Kara Ölüm, Kara Veba ya da Büyük Veba Salgını, 1347 - 1351 yılları arasında Avrupa'da büyük yıkıma yol açan veba salgınıdır. Asya'nın güney batısında başlayarak 1340'lı yılların sonlarında Avrupa'ya ulaşmıştır. Salgına Yersinia Pestis adı verilen bir bakterinin yol açtığı düşünülmektedir.

Salgın, yalnızca 14. yüzyılda yaklaşık 200 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır.

Çin ve Orta Asya'dan başlayan veba, 1347'de Kırım'da bir Ceneviz ticaret merkezini kuşatan Moğol ordusunun vebalı cesetleri mancınıkla kentin içine atmasıyla Avrupa'ya taşındı. Vebadan ölen soylular arasında Aragon kralı IV. Pedro'nun karısı Kraliçe Leanor ve Kastilya kralı XI. Alfonso'nun oğluyla evlenmeye giderken Bordeaux'da ölen, İngiltere kralı III. Edward'ın kızı Joan da vardı. İki Canterbury başpiskoposu art arda vebadan öldü. Şair Petrarca yalnızca pek çok şiirinin esin kaynağı Laura'yı değil, koruyucusu Giovanni Colonna'yı da salgında yitirdi.

Kara Ölüm'ün Avrupa'nın nüfusu üzerinde büyük bir etkisi olmuş ve Avrupa'nın sosyal temellerini değiştirmiştir. Roma Katolik Kilisesi için de büyük bir darbe olan Kara Ölüm; Museviler, Müslümanlar, yabancılar, dilenciler başta olmak üzere azınlıklara zulmedilmesine yol açmıştır. Günlük yaşamın belirsizliği insanları o günü yaşamaya itmiş, ve bu da Giovanni Boccaccio'nun 1353'de yazdığı Decameron'una yansımıştır.

Benzer salgın hastalıkların Avrupa'ya her yeni nesille geri döndüğü düşünülür; etkileri 1700'lü yıllara kadar devam etmiştir. Bunların arasında 1629 - 1631 yıllarında gerçekleşen İtalya salgını, Büyük Londra Salgını (1665 - 1666), Büyük Viyana Salgını (1679), Büyük Marsilya Salgını (1720 - 1722) ve son olarak da 1771 Moskova salgını bulunur. Salgının tanımı üzerine birçok tartışma mevcuttur, ancak Avrupa'da 19. yüzyılda ortadan kalkmıştır.

14. yüzyılda bu salgına "Büyük Ölüm" dense de, daha sonraki yıllarda "Kara Ölüm" olarak tanımlanmıştır. Bunun sebebi de, genel inanca göre, bu hastalık sonucunda deri altı kanamalar yüzünden derinin siyaha dönmesidir. Aslında bu ad mecazi anlamda kullanılmış olup, "kara" burada kasvetli, sıkıntılı, kederli anlamına gelir.

Tarihî kayıtlara göre bu salgında kasıklarda şişmeler (bubo lar) meydana gelmekteydi. 19. yüzyılda Asya'da görülen veba hastalığında aynı belirti gözlemlendiği için 20. yy. başlarındaki araştırmacılar Kara Ölüm'ün Yersinia pestis adlı bakterinin yol açtığı, sıçan (Rattus rattus ) yardımıyla ve pireler tarafından taşınan aynı hastalık olduğuna hükmetmişlerdir. Ancak, bubolar başka hastalıkların da belirtisi olabildiği için Kara Ölüm'ün bir veba salgını olduğu kesinlik kazanmamıştır. Günümüzde bu salgının sebepleri hâlâ araştırılmaktadır.


Kolera

Kolera, Vibrio cholerae isimli bakterinin neden olduğu bağırsak enfeksiyonuna bağlı olan, akut ve şiddetli ishal ile seyreden bir hastalıktır.

1817′de Japonya’da, 1826′da Moskova’da, 1831′de Berlin’de, Paris’te ve Londra’da salgınlar başlamıştır. Sonrasında Londra’dan göçmenlerle Kanada’ya ulaşan salgınlar birçok insanın ölümüne neden olmuş, ve ardından 1892 yılında Hamburg’da salgın yapmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu'ndaki en büyük kolera salgını 1912 - 1913 Balkan Savaşları sırasında yaşanmıştır, ordu personeli ve muhacirler arasında ciddi zayiata sebep olmuştur.

Tedavi

Ölüm riski çok yüksek olan ve bugün hâlâ binlerce insanın ölümüne yol açan koleranın tedavisi aslında fazlasıyla basittir. "Oral rehidrasyon tedavisi" (ağızdan sıvı tedavisi) olarak da adlandırılan tedavi ile kolera hastaları kısa sürede sağlıklarına kavuşabilirler. Bu tedavide, kaybedilen su ve elektrolit (sodyum, potasyum, klor, bikarbonat) kaybını yerine koyabilmek ve normal beslenemeyen hastaya enerji sağlayabilmek amacıyla, hastaya vücudun normal sıvı - elektrolit dengesine eşdeğer (izotonik) bir tür tuz ve glikoz karışımı içirilir. Herhangi bir şey içemeyecek durumda olan daha ağır hastalara (toplam hastaların yaklaşık % 10 - 20'si) ise karışım damardan verilir. Durumu çok ağır ve acil olan hastalara ise tetrasiklin ve tetrasiklin benzeri antibiyotiklerle antibakteriyel tedavi uygulanır.

Antibakteriyel İlaç Tedavisi

Erken dönemde ağızdan uygulanacak etkin bir antibakteriyel ilaç ile 48 saat içinde Vibrio cholerae basillerinin yok edilmesi, dışkı hacminin % 50’ye varan oranlarda azaltılması ve ishalin durdurulması mümkündür. Hangi ilacın seçileceğini hastalığa yakalananların dışkı örneklerinden yalıtılan V. cholerae suşunun hangi antibakteriyel(ler)e duyarlı olduğu belirler.

Salgın Sebebi Olan V. Cholerae Suşlarının Genellikle Duyarlı Olduğu Antibakteriyel İlaçlar Şunlardır:

Tetrasiklin grubunda: tetrasiklin, doksisiklin

Nitrofuran grubunda: furazolidon

Makrolid grubunda: eritromisin

Trimetoprim - sulfametoksazol (kotrimoksazol)

Florokinolon grubunda: norfloksazin

Kalıcı dişlerinin tamamını henüz çıkarmamış (genellikle 8 yaşından küçük) çocuklara yönelik tedavide tetrasiklin, düşük olasılıkla da olsa dişlerde kalıcı renk bozukluklarına yol açmak gibi bir yan etkisi olduğu için, tercih edilmeyebilir.

Önlem

Her şeyden önce su kaynaklarının ve içme suyunun temiz olması çok önemlidir. Eğer kullanılacak suyun temizliğinden şüphe varsa, suyun önce kaynatılıp sonra kullanılması daha sağlıklı olacaktır. Dışkıların hijyenik bir biçimde yaşama ortamından uzaklaştırılması, düzgün bir kanalizasyon sistemi çok önemli bir faktördür. Pişmemiş yiyeceklerin yenmemesi, çiğ gıdalardan uzak durmak ve özellikle çiğ balık ve kabuklu deniz ürünlerinin tüketilmemesi koleraya karşı korunmak için önemlidir.

Aşı

Her ne kadar bazı ülkelerde kolera aşıları mevcut olsa ve uygulansa da (Dukoral, Mutacol vs.), bu aşıların hastalığa karşı güçlü bir bağışıklık geliştirdikleri söylenemez. Geçmişteki kolera aşılarından daha iyi bir bağışıklığa neden olsalar ve daha az yan etki barındırsalar da, bu aşılar hâlâ ideal seviyeye ulaşamamıştır ve bu yüzden de birçok ülkede kullanılmamaktadır. İdeal bir kolera aşısı için yapılan araştırmalar hâlâ devam etmektedir.


İspanyol Gribi

İspanyol gribi ya da İspanyol nezlesi, 1918 - 1920 yılları arasında H1N1 virüsünün ölümcül bir alt türünün yol açtığı grip salgınıdır. İspanyol Gribi, 18 ay içinde 50 ile 100 milyon arası insanın (o dönemde yaşayan nüfusunun % 15'i) ölümüne sebep olarak insanlık tarihinde bilinen en büyük salgın olmuştur. İspanyol Gribinin bir özelliği, zayıf, yaşlı ve çocuklardan çok, sağlıklı genç erişkinleri etkilemiş olmasıdır. Birinci Dünya Savaşı'nın son aylarında tüm dünyayı etkisi altına almış, hatta kimi tarihçilere göre dört yıl süren savaşın sona ermesinde önemli bir etken olmuştur.

Türkçede 1918'den itibaren "İspanyol Nezlesi" sözcük grubu kullanılmıştır. Yıllar sonra açılan bazı toplu mezarlardan alınan örnekler sonucunda domuz gribine sebep olan H1N1 virüsünden (birkaç ufak farklılık haricinde aynı) kaynaklandığı anlaşılan hastalık, İngilizceden tercümeden dolayı "İspanyol Gribi" olarak anılmaya başlanmıştır. Salgın İspanya'da başlamamasına rağmen İspanyol nezlesi olarak adlandırılmasının sebebi ise İspanya'nın, Birinci Dünya Savaşı'nda yer almamış olması ve askerî sansür nedeniyle diğer Avrupa devletlerinde salgından söz edilmezken İspanyol basınının salgın konusunu ilk kez gündeme getirmiş olmasıdır.

Tarihçe

İspanyol nezlesi ilk kez 11 Mart 1918'de ABD'nin New Mexico eyaletinde tespit edildi . Salgın 1918 Eylül - Kasım aylarında zirve noktasına ulaşmış ve Osmanlı dâhil tüm dünya ülkelerini etkilemiştir. Hindistan'da yaklaşık 17 milyon kişi, yani ülke nüfusunun % 5'i bu hastalıktan ölmüştür. ABD'de nüfusun yaklaşık % 28'i hastalığa yakalanmış ve 500.000 ila 675.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Britanya'da yaklaşık 250.000, Fransa'da yaklaşık 400.000 kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. Fiji adalarında nüfusun % 14'ü iki haftalık bir süre içinde İspanyol Nezlesi'nden ölmüştür. Hastalığa dönemin önemli isimlerinden de yakalananlar olmuştur. Max Weber, Ressam Gustav Klimt, İspanya Kralı XIII. Alfonso ve Sophie Halberstadt Freud bu kişiler arasında sayılabilir. Metin Özata’nın yazdığı kitabına göre Mustafa Kemal Atatürk de Samsun'a hareket etme hazırlıkları içerisindeyken bu hastalığa yakalanmış ve hastalığı Beşiktaş'taki evinde atlatmıştır. İspanyol gribi bütün dünyayı kasıp kavurduğu gibi İstanbul'u da etkilemiştir. Nâzım Hikmet dizelerinde İspanyol gribine şöyle yer verir:

"Biz ki İstanbul şehriyiz, Seferberliği görmüşüz: Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin, Vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi bir de İttihatçılar, bir de uzun konçlu Alman çizmesi 1914’ten 1918’e kadar yedi bitirdi bizi."


Hong Kong Gribi

Hong Kong Gribi, 1968 - 1969 arasında dünya çapında yaklaşık bir milyon insanı öldüren 2. kategoriye ait grip salgınıdır. Hastalığa neden olan A tipi H3N2 virüsü, birden fazla alt tipe sahip olan virüslerin bir araya gelerek orijinalinden farklı bir virüs ortası çıkması olarak tanımlanan Antijenik sapma nedeniyle H2N2 virüsünden türedi. Hastalık ilk kez Hong Kong'ta ortaya çıktığı için Hong Kong gribi olarak adlandırıldı.

Salgın

Yeni virüs kuş gribi virüslerinden biri olan H2N2'nin genlerini içeriyordu. Hastalığın belirtilerinin ortaya çıkması 4 - 5 gün arasında değişiyordu ve hastalık nedeniyle ölüm olasılığı 65 yaşında üzerindeki kişiler için daha yüksekti.

Salgın ilk defa 13 Temmuz 1968 tarihinde Hong Kong'ta görüldü. Temmuz 1968 sonralarında ise salgın Vietnam ve Singapur'da hastalık rapor edildi. Eylül ayında virüs salgını, Filipinler, Kuzey Avustralya, Avrupa, Kaliforniya'ya yayıldı. Virüs ABD'nin Vietnam savaşından dönen birliklerinin ülkeye girişine kadar ABD'de yaygın değildi. 1969 yılında salgın Japonya, Afrika ve Güney Amerika'ya sıçradı. Hong Kong'un geniş nüfus yoğunluğu nedeniyle virüs iki hafta içerisinde bir çok insana bulaştı. Salgının yayılması Temmuz 1968 ve Aralık 1968 tarihleri arasındaki altı aylık süreçte hızlansa bile dünya çapındaki ölümler Aralık 1968 ve Ocak 1969 tarihinden sonra hızlandı. 1968 yılında ABD'deki salgınların artmasından bir ay sonra virüs aşısı bulundu. Hong Kong nüfusunun yaklaşık % 15'i (500.000 kişi) salgından etkilendi.

A tipi H3N2 virüsü 1969 yılı sonu, 1970 yılı başı ve 1972 yıllarında tekrardan ortaya çıktı.


Domuz Gribi

Domuzlar insanlara ve kuşlar gibi diğer canlılara bulaşabilen grip virüslerini taşıyabilirler, bu sayede virüsün genetik olarak değişime uğrayıp küresel bir salgına dönüşmesine neden olabilirler.

Domuz gribi, Orthomyxoviridae ailesinden, herhangi bir virüs tarafından oluşmuştur. Domuzlarda oluşan virüse çok benzediği için adına Domuz Gribi denmektedir. Hastalık tıp alanında İngilizce swine influenza virus kelimelerinin baş harflerinin bir araya getirilmesiyle kısaca SIV olarak adlandırılır. Bilinen tüm SIV tipleri ya Influenzavirus A (çoğunlukla) ya da Influenzavirus C (ender) tipindedir. Aşısı bulunmaktadır. 2009 salgınına neden olan virüs, influenza A virüsünün alt türlerinden biri olan H1N1'dir.

Kümes hayvanları ve domuzlar ile yakın temasta çalışan kişiler, özellikle korumasız bir şekilde temasta bulunanlar, eğer hayvan insana bulaşabilen bir virüs taşıyorsa enfeksiyon kapma riski altındadır. Buna karşılık, hastalıklı bir hayvanın eti uygun bir şekilde pişirildiği zaman herhangi bir risk arz etmemektedir. SIV, insandan insana bulaşabilecek şekilde yapısını değiştirebilmektedir. 2009 yılındaki domuz gribi vakalarının bu tip bir virüs tarafından oluştuğu belirtilmektedir.

Tarihçe

Bu tür bir salgın şeklinde bilinen ilk grip salgını, "İspanyol gribi" olarak da adlandırılan 1918 salgınında, yaklaşık iki yıl içerisinde 500 milyon kişi hastalığa yakalandı ve 50 ila 100 milyon kişi hayatını kaybetti. Bu salgına yol açan grip virüs H1N1 virüsünün atasıydı. 1976 salgınında 1 kişi hastalıktan 25 kişi virüs aşısına bağlı oluşan yan etkilerden hayatını kaybetti. Bu nedenle 1976 salgını, "domuz gribi fiyaskosu" olarak da bilinir. 1988 salgınında sadece hamile bir kadın ve doğmamış bebeği hayatını kaybetti . 2009 yılında Meksika'da başlayıp dünyaya yayılan virüs,191 ülkede yaklaşık 800.000 kişide görüldü, 8.238 kişi H1N1 virüsü nedeniyle yaşamını yitirdi.

Belirtileri

Hastalığın insandaki belirtileri grip ve grip benzeri hastalıkların semptomları ile aynıdır. Belirtiler; ateş, öksürük, boğaz ağrısı, vücut ağrısı, baş ağrısı, üşüme hissi ve yorgunluktur. Normalden daha fazla sayıda hasta ishal ve kusma şikayeti bildirmiştir.

Bu epidemide ateşsiz, daha atipik seyreden vakalar da görülmektedir. Örneğin, bir aileden birisinde tipik grip semptomları olmasına rağmen ailenin başka üyelerinde hafif bir burun akıntısı, gözlerde batma şikayeti, boğaz ağrısı olabilmekte ve hiç ateşi olmayanlara rastlanmaktadır. İki hastadan biri hafif seyretmektedir, ancak doktora “ben hastayım” diye gelenlerin önemli bir kısmında ateş vardır; hastaneye yatırılanlarda bu oran % 90 - 95'e ulaşmaktadır. Yani daha ciddi vakaların hemen hepsi ateşlidir.

Bu belirtiler sadece domuz gribine özgü olmadığı için tanı konulması için hastanın yakın geçmişi, domuz gribi olan kişilerle temas edebileceği bölgelerde bulunup bulunmadığı ya da domuzların ve kümes hayvanlarının bulunduğu ortamlarda bulunup bulunmadığı sorgulanarak ayırıcı tanı yönteminin uygulanması gerekmektedir.

Bulaşma şekli

Domuzlar arasında

Domuzlarda grip çok yaygındır, ABD'de üretilen domuzların yaklaşık yarısı virüse maruz kalmıştır. Virüse karşı antikorlara diğer ülkelerdeki domuzlarda da sıkça rastlanır.

En önemli bulaşma yolu hastalıklı ve hastalıksız domuzların doğrudan temasıdır. Bu yakın temaslar özellikle hayvanların taşınması sırasında sıkça gerçekleşir. Entansif tarım da, domuzların birbirine çok yakın ortamlarda yetiştirilmesinden dolayı bulaşma riskini artırabilir. Virüsün doğrudan bulaşması muhtemelen domuzların burunlarını birbirlerine değdirmeleriyle ya da kurumuş mukus üzerinden olur. Hapşırma ve öksürme yüzünden hava yoluyla bulaşma da mümkündür. Virüs genellikle bir sürü içinde hızlıca yayılır ve birkaç gün içerisinde tüm domuzlara bulaşır. Yaban domuzu gibi vahşi hayvanlar da virüsü bulaştırabilir ve bu hastalığın çiftlikler arasında yayılmasına sebep olabilir.

Domuzların çevresinde çalışan, özellikle yakın temasa giren kişiler bu hayvanlarda yaygın olarak görülen bu virüsü kapma riski altındadır. Bu insanlar, zoonoz ve virüsün şekil değiştirmesinin birlikte oluşabileceği bir ortam teşkil ederler. Dolayısıyla bu insanların aşılanması ve yeni virüs nesillerinin tespit edilmesi için izlenmesi halk sağlığı açısından önemlidir. Çiftliklerdeki çalışanlar kadar olmasa da veterinerler ve et işleme tesislerinde çalışanlar da virüse yakalanma riski altındadır.

Risk grupları

Risk grubu, yani hastaneye yatış ve ölüm riski yüksek olanlar, hem yurt dışında hem Türkiye'de aynı. Bunlar, 5 yaş altı, özellikle de 2 yaş altı çocuklar, gebeler, her yaş grubundan kronik hastalığı olanlar, yani astım, KOAH, kalp hastalığı, diyabeti olanlar, bağışıklığı baskılanmış olanlar, REYE sendromu nedeniyle 19 yaş altı aspirin tedavisi alanlardır. En yüksek riski olanlar gebelerdir. Hastaneye yatışların ise çok önemli bir kısmını pnömoniler oluşturmaktadır.

Domuz gribi salgınından bu kadar korkulmasının nedenlerinden biri, hastalığın, belki genelde kötü seyretmiyor, ama ölen hastaların bir kısmı genç erişkinler ve okul çağı çocukları olmasıdır. Bunlardan % 30'unda altta yatan bir hastalık da bulunmamaktadır. Ayrıca yoğun bakıma ihtiyaç duyan ve uzun süre kalan bu tür hastalar, yoğun bakım yatak sayısında da çok ciddi bir yetersizliğe de yol açmaktadır.

Korunma

Domuz gribi solunum (hava) yoluyla bulaşmaktadır; aşısı bulunmuştur ve Dünya Sağlık Federasyonun onayladığı bir aşıdır. Ancak aşının yan etkileri konusunda hâla şüpheler bulunmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü, dünyada Aralık 2009'a kadar 65 milyon aşının yapıldığını ve mevsimsel grip aşısında beklenenlerden farklı yan etkiye rastlanmadığını bizzat açıklamıştır.

Domuz gribi aşısında adjuvan olarak yer alan skualen daha önce hepatit, papilloma, bazı grip aşıları ve kuş gribi gibi farklı birçok aşıda denenmiştir ve hem AB'de hem de ABD'de onay almıştır. Koldaki enjeksiyon yerinde ağrı dışında, adjuvanlı ve adjuvansız aşılar karşılaştırıldığında hiçbir ciddi yan etki görülmemiştir. Bir iddia da, bu molekülün normalde bağırsaktan alındığı ve koldan verilmesi durumunda antikor oluşumuna yol açacağı şeklindedir. Bunun da aksi ispatlanmış ve enjeksiyon yoluyla verilen adjuvanlara karşı antikor oluşmadığı gösterilmiştir.

Onaylanmış aşılar gebelerde yapılabilir. Buna, canlı zayıflatılmış aşılar, ayrıca adjuvanlı ve adjuvansız ölü aşılar dâhildir. Yeterli antikor oluşumunun sağlanabilmesi açısından, bebeklerde 6. aydan itibaren aşı uygulanabilir. İlk 6 ayda bebeğin annesinin veya bakıcısının aşı olması gerekmektedir. Öte yandan, yenidoğanlara dahi oseltamivir verilebilmektedir.

Aşıya bağlı olarak, yumurta alerjisi olanların dışında beklenen bir alerjik reaksiyon yoktur.

Tedbir olarak, solunum maskeleri dışında, özellikle kalabalık ortamlarda bulunduktan sonra, eller sıklıkla sabun ve su ya da alkol içerikli kimyasallar ile yıkanmalıdır. İnsanlar ellerini yıkayamadıkları durumlarda, ağızlarına, burunlarına ve gözlerine elleriyle dokunmaktan kaçınmalıdır. Eğer öksürme gerekiyorsa ağız bir bez ya da kâğıt ile kapatılmalı ve kullanılan kâğıt ya da bez hemen çöpe atılmalıdır.

Profilaksi ve Tedavi

CDC, dört durumda profilaksi önermektedir. Bunlar, profilaksi verilecek kişinin risk grubunda olması, gerçek temas öyküsü olması, ilacın hastalık başlangıcından itibaren ilk 48 saatte verilmesi ve son olarak, profilaksinin 10 gün boyunca alınmasıdır. Bu dört koşul sağlanıyorsa profilaksi verilmeli, yoksa verilmemelidir. Profilaksi, aile içi veya yakın temas bulaşları içindir.

Uzun süreli profilaksi önerilmemektedir. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC) hastalıktan korunma veya tedavisi için Tamiflu (oseltamivir) ya da Relenza (zanamivir) önermektedir. İzole edilen virüs üzerinde ABD ve Meksika'da yapılan deneylerde amantadine ve rimantadine'e karşı dayanıklı olduğu tespit edildi. Amerikalı uzmanlar 2009 Haziran ayının sonlarında aşının bulunmasına çok yaklaştıklarını açıkladılar.

Yapılan önemli hatalardan biri, doktorların grip düşündükleri herkese ilaç vermeleridir. DSÖ yüksek riskli gruplara erken tedavi önermektedir. Yani tedaviye ilk 48 saat içinde ve ideal olarak da ilk 24 saatte başlanması gerekmektedir. Örneğin bir gebe, iki yaş altı çocuk veya astımlı bir hasta geldiğinde test yapılmadan hemen ilaç başlanmalıdır. Gebelerde, sistemik etkisi nedeniyle oseltamivir daha uygundur. Ama hafif hastalığı olan ve risk taşımayan bir kişide, domuz gribi düşünülse bile ilaç verilmesi gerekmemektedir. Yani ilaca, hastanın durumuna ve riskine göre başlanmalıdır.

Ölüm Oranı

Hafif olan vakaların kaç kişi olduğu bilinmemektedir. Doktora hasta olduğu için başvuranların ortalama % 4'ü hastaneye yatmakta, bunun dörtte biri yoğun bakıma girmekte, yoğun bakıma girenlerin de üçte biri ölmektedir. Buna göre, doktora, “ben çok hastayım” diye başvuranlarda mortalite 3/1.000'dir. Daha hafif vakalar da dâhil edilirse, bu oran 1/10.000 düzeyine inmektedir.

Önlemler

ABD Başkanı Barack Obama, H1N1 virüsünün yol açtığı domuz gribi hastalığıyla mücadeleye acil kullanım için 1.825 milyar dolar tahsis etmiştir. ABD ve Dünya Sağlık Örgütü domuz gribiyle mücadelede alınacak önlemler ve tedaviler için sistemli bir şekilde çalışmaktadırlar.


Tifo

Tifo, kirli içme suları ve pis yiyeceklerle bulaşan bakteriyel bir hastalıktır. Hastalık etkeni Salmonella typhi adlı bir bakteridir. Bu bakteri vücuda girdikten 7 - 15 gün sonra hastalık ortaya çıkar. Bu bakteri, tifolu hastaların dışkılarında, idrarlarında, kanlarında, tükürüklerinde veya vücutlarında görülen deri döküntülerinde bulunur. Genellikle salgın şeklinde ve yaz - sonbahar aylarında görülür. Tifo göz ve kulak sinirlerini, kalbi, beyni, böbrekleri, akciğerleri ve karaciğeri etkiler.

Belirtiler

· Hastalığın ilk günlerinde yorgunluk ve baş ağrıları

· Birkaç gün sonra ateşin yavaş yavaş yükselmesi

· İştahsızlık

· Burun kanaması

· Bronşit

· Mide ve bağırsak bozuklukları ile birlikte ishal

· Birkaç gün sonra ateşin de biraz daha artmasını takiben göğüste, karında ve sırtta pire ısırığına benzeyen kırmızı lekelerin belirmesi

· Tansiyonun düşmesi, nabzın yavaşlaması

· Hastalığın üçüncü haftasında karnın gerginleşip şişmesi

· Bağırsak kanamaları

· Bademciklerin iltihaplanması

· Kilo kaybı

Üçüncü haftanın sonlarından itibaren, ateş düşmeye ve diğer belirtiler kaybolmaya başlar.

Tedavi

Ø Bol bol su içilmelidir.

Ø Protein ve karbonhidrattan zengin sindirimi kolay besinler verilmelidir.

Bakteriye karşı antibiyotik verilir. Bu antibiyotiklerde tercih sırası kloramfenikol, ampisilin (veya amoksisilin) ve trimetoprim - sulfametoksazol'dur.


HIV/AIDS

AIDS küresel bir salgındır. 2014 yılı itibarıyla, dünyada yaklaşık 36,9 milyon insan HIV virüsüne sahiptir. 2012 yılında, yaklaşık 17,2 milyon erkek, 16,8 milyon kadın ve 3,4 milyon 15 yaşından küçük çocuk AIDS hastasıydı. 2010 yılında 1,8 milyon insan AIDS nedeniyle hayatını kaybetti, bu sayı 2005 yılında 2.2 milyondu. The Lancet'te yayınlanan bir raporda, 2015 Global Hastalık Yükü Çalışmasına göre HIV enfeksiyonunun 1997 yılında 3,3 milyon hastayla zirve noktasına eriştiğini tahmin ediyor. Bu sayı 1997 yılından 2005 yılına kadar hızla düşerek 2,5 milyona indi ancak 2005'ten 2015 yılına kadar sabit kaldı.

Salgınlar bölgede homojen değildir, bazı ülkelerde diğerlerinden daha fazla etkilidir. Ülke içerisinde bile, farklı bölgeler arasında enfeksiyon düzeylerinde farklılıklar vardır. Salgını önleme yöntemlerinin uygulanmasına rağmen Sahra Altı Afrika, 2010 yılı sonunda yaklaşık 22,9 milyon hasta ile en çok etkilenen bölgedir ve dünyadaki HIV hastalarının % 68'i bu bölgedendir. Bu oran artmaya devam etmektedir.

Güney ve Güney Doğu Asya dünyadaki HIV hastalarının % 12'sini barındırarak salgından en çok etkilenen ikinci bölgedir. Yıllık AIDS ölümleri, 2005 yılından beri sürekli düşmekte olup, antiretroviral tedavi yaygınlaşmıştır.


Koronavirüs

Şiddetli akut solunum yolu sendromu koronavirüsü 2 virionu

Koronavirüs ya da corona virüsü (Latince: Orthocoronavirinae), kuşlarda ve memelilerde hastalıklara sebep olan ve Coronaviridae familyasının iki alt familyasından birini oluşturan virüslerdir. İnsanlarda genellikle ciddi olmayan virüs, nezle vakalarının önemli bir bölümüne yol açmasıyla birlikte, aralarında MERS - CoV, SARS - CoV ve COVID - 19 (2019 - nCoV)'un bulunduğu bazı nadir koronavirüs çeşitleri ölüm riski bulunduran solunum yolu enfeksiyonlarına neden olabilir. Koronavirüsler ineklerde ve domuzlarda ishal, tavuklarda ise üst solunum yolu hastalıklarına sebep olur.

İçerisinde barındırdığı genetik materyal (genom) pozitif polariteli, tek iplikçikli RNA'dan oluşur. Bugüne kadar tespit edilmiş en büyük RNA genomuna sahip virüslerdir, 30 kilobazdan büyük bir uzunluğa sahiptir. 125 nanometre büyüklüğe sahip olan virüsün en belirgin özelliği etrafındaki değneğe benzeyen çıkıntılarıdır. Bu özelliğiyle mikroskop altında güneşin taç küresine (Latince: corona) benzediği için koronavirüs adını almıştır.

SARS - CoV 2'nin de aralarında yer aldığı koronavirüs hastalıklarına karşı henüz herhangi bir aşı veya özel antiviral ilaç geliştirilmemiştir. Hastalığın kontrol edilmesinde semptomatik tedavi, izolasyon ve çeşitli deneysel uygulamalar yer alır. El yıkama, mesafe koyma ve yüze dokunmama koronaviral hastalıkların yayılmasını önlemek için önerilen önlemlerdendir.

Keşif

Koronavirüsler 1960'larda keşfedildi. İlk keşfedilmiş virüsler arasında tavuklarda görülen infeksiyöz bronşitis virüsü ile soğuk algınlığı semptomları gösteren insan hastaların burun boşluklarından alınmış ve insan koronavirüsü 229E ve OC43 olarak isimlendirilmiş iki virüs türü yer almaktadır. İlerleyen zamanlarda aralarında 2003'te keşfedilen SARS koronavirüsü, 2004'te belirlenmiş HCoV NL63, 2005'te teşhis edilmiş HKU1, 2012'de fark edilmiş MERS - CoV ile Wuhan kökenli CoVID - 19'un da yer aldığı pek çok yeni koronavirüs türü keşfedilmiştir. Bu virüslerin çoğu ciddi solunum yolu enfeksiyonlarına neden olmaktadır.

Morfoloji

Koronavirüsler yüzeyinde çıkıntılara sahip, büyük, pleomorfik ve küre şeklindeki partiküllerdir. Virüs partiküllerinin çapı yaklaşık 120 nm olmaktadır. Viral zarf elektron mikrograflarında elektron zengini bir kabuk olarak vizüelize edilir.

Koronavirüslerin viral zarfı, çift katlı lipit katmandan oluşmakta olup, zarfta membran (M), zarf (E) ve spike (S) proteinleri yer alır. Belirli koronavirüs gruplarında, özellikle de Betacoronavirüs A altgrubunda, spike proteinlerine benzeyen ancak daha kısa olan hemagglutinin esteraz (HE) yüzey proteinleri yer alır.

Viral zarfın içerisinde nükleokapsit yer alır. Nükleokapsit, pozitif yönelimli ve tek iplikçikli RNA'ya bağlı pek çok nükleokapsid (N) proteininden oluşur.

İnsan koronavirüsleri

Yetişkinlerde ve çocuklarda görülen nezle vakalarının önemli bir kısmında koronavirüslerin sorumlu olduğu düşünülmektedir. Bu virüs grubu, ateş ve bademciklerin büyümesi gibi semptomlara neden olmakla beraber en çok kış ve erken baharda nezleye yol açmaktadır. Bunlara ek olarak koronavirüsler zatürre ile bronşite (viral veya ikincil bakteriyel) neden olabilirler.

7 adet farklı insan koronavirüsü bulunmaktadır:

► İnsan koronavirüsü 229E (HCoV - 229E)

► İnsan koronavirüsü OC43 (HCoV - OC43)

► SARS - CoV

► İnsan koronavirüsü NL63 (HCoV - NL63, Haven koronavirüsü)

► İnsan koronavirüsü HKU1

► MERS koronavirüsü (MERS - CoV)

Yeni koronavirüs (CoVID - 19)

HCoV - 229E, - NL63, - OC43, ve - HKU1 virüsleri dünya çapında insan nüfusu arasında çocuklarda ve yetişkinlerde solunum yolu enfeksiyonlarına neden olmaktadır.

Şiddetli akut solunum yolu sendromu

Ana madde: Şiddetli akut solunum yolu sendromu

Şiddetli akut solunum yolu sendromu (SARS), insanlarda SARS koronavirüsünün neden olduğu bir solunum yolu sendromudur. 2002 ile 2003 yılları ​​arasında Hong Kong'dan yayılan SARS salgını neredeyse salgın haline gelmiş ve dünya çapında 8.422 vaka ve 1.524 ölüme yol açmıştır. Dünya Sağlık Örgütü ölüm oranını % 10,9 olarak açıklamıştır.

MERS

Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS), ilk olarak 2012 yılında Suudi Arabistan'da tespit edilmiş, MERS - CoV'un yol açtığı bir koronavirüs enfeksiyonudur. Bu virüsün bulaştığı hastaların % 36'sı hayatını kaybetmektedir. Nefes darlığı, öksürük ve ateş hastalığın en önemli belirtileri arasındadır. Bazı bünyeler hastalığı hafif belirtilerle atlatabilir. Hastalıktan kurtulanların virüsü bulaştırma riski yoktur.

Şiddetli akut solunum yolu sendromu koronavirüsü 2

Şiddetli akut solunum yolu sendromu koronavirüsü 2 veya CoVID - 19 veya Vuhan koronavirüsü, ilk olarak 2019'da bildirilmiş, Çin'in Vuhan kenti kökenli bir virüstür. İnsandan insana bulaşabilen virüsün bulaşma hızı 2020 yılının Ocak ayı ortalarında hızlanmıştır. Virüsün kuluçka dönemi 4 - 14 gündür. Virüsün bulaştığı bireylerde görülen ölüm oranının % 3'ün altında olduğu tahmin edilmektedir.

2019 - 20 koronavirüs salgını ile mücadele eden Çin aşı çalışmalarına devam etmektedir. Rusya ise aşı çalışmalarına destek veren ilk ülke olmuştur. 23 Mart 2020 tarihi itibariyle 345.289 vaka, 14.924 ölüm ve 99.078 tahliye gözlenmiştir.

Evrim

Koronavirüslerin en son ortak atası (ESOA ) MÖ 8.000 civarına tarihlenir. Buna rağmen koronavirüslerin çok daha eski olabileceği de düşünülür. Alphacoronovirus, Betacoronavirus, Gammacoronavirus, ve Deltacoronavirus cinslerinin ESOA'ları sırasıyla MÖ 2.400, MÖ 3.300, MÖ 2.800 ve MÖ 3.000'e dayanmaktadır. Sıcakkanlı ve uçabilen, kuş ve memeli gibi omurgalıların ideal konaklar olduğu ve koronavirüs evriminde ve yayılmasındaki ana faktörleri oluşturduğu düşünülür. Alphacoronovirus ve Betacoronavirus için yarasalar, Gammacoronavirus ve Deltacoronavirus için ise kuşlar ideal genetik kaynaktır.

25 görüntüleme0 yorum
bottom of page