top of page

Zenginin Malı Züğürdün Çenesi

Günlerdir korona ayağına ABD, Çin, Rusya, Avrupa Birliği (özelde Almanya, İngiltere ve Fransa) ve biraz da Japonya ile Hindistan dilimize pelesenk oldu. Hani korona dünyayı değiştirmişti? Hani bu krizden çok güçlü çıkacaktık? Daha dilimizi dahi değiştiremedik yahu!

Artık aktör devletler (dünyaya ayar veren devletler) eskisi gibi askeri ve ekonomik güçleriyle her istediklerini yapamıyorlar, yaptıramıyorlar. Askeri güç ve yumuşak güç tanımları her yeni duruma göre sürekli değişiyor. Strateji üreticileri bile kendi aralarında uyumlu olmanın ötesinde haklılık kavgasına giriştiler. Onlara göre kontrol altına alınamayan düzinelerce ayrı güç odakları çıktı ortaya: halifelik peşinde koşanlar, şiddet yanlısı olanlar, bağımsız ayrı devlet sevdasına düşenler ve benzerleri. O çok sihirli küresel düzenleri, sürekli entropi üretiyor, bir koyup beş alamıyorlar artık. (entropi: sistem çalışırken enerjinin bir kısmının geri dönüşü olmayan ve sistemin verimine katkısı olmayan başka enerji türlerine dönüşerek kayba uğraması).Kaoslar, anarşiler havada uçuşmaya başladı.

Elbette bunlar onların bakış açısı. Bir de gelişimi engellenen, hareket alanı kısıtlanmaya çalışılan bizim gibi “gelişmekte olan ülkeler” var. Bizim gördüğümüz şu: “aktör devletler arasında güç kayması” oluyor. Kurdukları “örümcek ağı tuzakları”; kurbanlarının, uysal koyun gibi boynunu bıçağa uzatması sayesinde mükemmel işliyordu sözde. Ancak küresel çapta ses getirecek en küçük bir etken (mesela korona) sahne aldığında, o zayıf ağ örüntüleri ve dahi yular niyetine kullandıkları asalak bağlantıları, kendini taşıyamaz hale geliverdi. Şaşkınlık içerisinde suçlu aramaya başladılar. Esaret zincirlerini kutsamayan kölelerine lânet okumaya başladılar. Kumdan inşa kaleleri, üzerlerine yıkıldı. Beşyüz yıldır dünyanın kanını emen Avrupa can çekişiyor. ABD, yüksek korona ölüm oranına rağmen halkına maske bile dağıtamıyor.

Unutmayalım ki düveli muazzamanın yıkılışı; adaletsiz refah paylaşımı ve ırk ayrımcılığının iç çatışmaya dönüşmesi beraberinde derme çatma milli birlikteliklerinin bozulması nihayetinde illâki gerçekleşecektir. Örnek: ABD’deki zenciler ve hispanikler. Emareleri, baş göstermeye başladı bile.

Bizi tehdit eden tehlike; gözümüzü boyayan, gündemimizi dolduran mazlumların sömürüsü üzerindeki büyük güçlerin pay savaşları olamaz elbette. Bu boş boğazlık yedi bitirdi bizi. Geleceği doğru okuyabilirsek esas tehlikenin; ekonomi, ticaret, iklim ve çevre hakkında gündeme oturmamış çatışmalarda gizli olduğunu rahatlıkla görürüz. Bunların da her birinin tarımla doğrudan veya dolaylı ilişkisi ve bağlantısı var. Yani yeteneklerimiz, istenen düzeyde olsaydı mesela tarım alanında eskiden olduğu gibi “kendi kendine yeten 7 ülkeden birisi” olma konumumuzu koruyarak gıda ürünleri ihracatımızı düzenli olarak artırsaydık hatta bazılarında da dünya çapında üretici tekel konumuna yükselebilseydik şimdi oturmuş “koronadan sonra yeni dünya düzeni nasıl olacak” diye geviş getiriyor olmazdık. Ya nerelerde olurduk bir bakalım:

► Gıda yoksunluğu çeken milyonlara derman olurduk.

► Tohumda İsrail’in oyunlarına gelmezdik.

Artan ihracatımızla eğitim, enerji ve savunmaya çok daha fazla kaynak ayırırdık.

Gelir adaletsizliğini azaltırdık

İşsizlik sorunumuzu çözerdik.

Bir litre suyla bir litre benzini takas eder, fiyatının artırmasıyla krizden krize savrulmazdık.

Köyden kente yığılma olmaz, kırsallarımız da kültür ve medeniyet merkezleri haline gelirdi.

Kentler; fazla şişip tarihin, yeşilin, güzelim sahillerin ve inanılmaz verimli alanların katledildiği üst üste yığılmış yerler olmazdı.

Yapmamız gereken milli birliğimizi tam olarak sağlayıp güçlü olduğumuz alanların üzerine gitmek. Anadolu insanın irfanına güveneceğiz. İçinde yaşadığımız yüzyılda hastalıklı bünyeler artacağından sağlıklı beslenmeye götüren besinlerin üretimine ağırlık vereceğiz. Güzel ülkemizin verimli toprakları, hâlen dünyada ender ürünleri yetiştiriyor. Bunu değerlendirmeliyiz. İşte Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün raporu:

Dünya birincisi olduğumuz ürünler: fındık, kayısı, incir, kiraz, vişne, ayva ve haşhaş tohumu.

Dünya ikincisi olduğumuz ürünler: karpuz, kavun, çilek, pırasa, bal ve fiğ.

Dünya üçüncüsü olduğumuz ürünler: mercimek, elma, salatalık, yeşil biber, yeşil fasulye, kestane, Antep fıstığı ve koyun sütü.

Liste bu şekilde uzayıp gidiyor. Görüldüğü gibi yabana atılamayacak üstünlüklerimiz; bizim için çok bilindik, sıradan şeyler.

Demem o ki tarımda ivme yakalarsak, betona gömdüğümüz kaynağı toprağa yatırırsak, acilen stratejik bir yol haritası hazırlarsak, tarım reformunun da ötesinde tarım devrimini gerçekleştirirsek çenesi yorulan züğürt ağadan cebi dolan patrona döneriz. Başarmak için henüz geç kalmış sayılmayız.

Meğerki ilerde başaramazsak aç kalacağız aaaç!

57 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page